Çocuk ve Ergen Danışmanlığı

Bireylerin hayatlarındaki en önemli noktalarından birisi de anne veya baba olmalarıdır. Anne/baba hayatlarını çocuğuna göre kurgular ve onu kendi doğrultusunda yetiştirmeye başlar. Çocuğun yaşadığı veya yaşama ihtimali olduğu problemlere yoğunlaşmak ve çözüme ulaştırmak en önemli amaçlarından biridir.

Çocuk ve ergen danışmanlığı bu yolda çocuklarımızın ve ailelerinin büyük yardımcısıdır.Duygusal ve davranışsal problemler yaşayan çocuk veya ergenlerle yürütülen bu danışmanlık, yapılan görüşmelerde aile ile işbirliği ve aileyi bilinçlendirmeyi de hedeflemektedir.

Çocuk ve ergen danışmanlığının en önemli katkılarından biri, ileriki dönemlerinde ortaya çıkma ihtimali yüksek, kişilik örüntüsünü olumsuz etkileyecek olayları önceden çözmek ve başetme becerilerini geliştirmektir.

Çocuk ve ergenlerde en sık karşılaşılan problemler

 

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu

Günümüzde hiperaktivite; hareketli, enerjisi fazla olan, yerinde duramayan çocuklar için kullanılan bir sıfat haline geldi. Aynı şekilde dikkat eksikliği de, konsantre olmakta zorlanan, uyum sorunları yaşayan çocuklar için yaygın olarak kullanılan bir tanımdır. Fakat bu tanımlar enerjisi yüksek olan her çocuk için doğru değildir. Bu özellikleri her çocuk bazı durumlarda sergileyebilir. Çocuğun bu durumları sergiliyor olması dikkat eksikliği ya da hiperaktivite bozukluğu olduğunu söylemek için yeterli değildir. Bu tanıları koyarken dikkat edilmesi gereken en önemli şey, çocuğun sergilediği davranışların yaş dönemi ile uyumlu olmamasıdır. Bunların yanında, belirtiler 7 yaşına kadar sergilenmiş olup, birden fazla alanda davranışların gözlemlenmesi beklenir. Bu davranışlar çocuğun işlevselliğini bozacak nitelikteyse uzmana başvurup destek almak gerekebilir. (Yazgan, 2015)

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu bir arada görülebildiği gibi ayrı ayrı da gözlemlenebilir. Ancak bir arada gözlemlendiği durumlarda biri diğerinden ön planda olabilir.

Dikkat Eksikliği Belirtileri:

  • Dikkatini uğraştığı işe vermekte zorlanır.
  • Karşısındaki kişiyi dinlemekte zorluk yaşar.
  • Düzensizdir.
  • Sık sık eşyalarını kaybettiği, konuşulanları unuttuğu gözlemlenir.
  • İlgisi kolayca dağılır.
  • Detayları kaçırır.
  • Verilen yönergeleri sonuna kadar dinlemekte zorluk yaşar.

Hiperaktivite Belirtileri:

  • Sürekli hareket halindedir. Yerli yersiz koşar, zıplar, tırmanır.
  • Yerinde duramaz, oturması gereken durumlarda bile çok zorlanır.
  • Çok fazla konuşur.
  • Oyun oynarken de sessiz kalamaz, kendi kendine sürekli konuşur.
  • Karşısındakini dinleyemez, müdahale eder, sözünü yarıda keser.
  • Sabretmek onun için çok zordur, sıranın kendine gelmesini beklemek, birinin sözünün bitmesini beklemekte sabırsızlandığı gözlemlenir.

Her iki durumda da çocuk hareketlerinin ve davranışlarının çevredekiler tarafından rahatsız edici bulunduğunun farkındadır. Bu yüzden, durum aile kadar çocuk için de stresli bir yaşam durumudur. Çocuk her ne kadar durumdan rahatsız olsa da düzeltmek için elinden bir şey gelmez.   Bu yüzden sorunların nedenini anlayıncaya kadar çocuğunuza duygusal olarak destek olmanız ona kendini iyi hissettirecektir.

Çocuğa hiperaktivite tanısı konulabilmesi için özel bir test yoktur. Çocukların dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu yaşayıp yaşamadığı genellikle okul döneminde ortaya çıkar. Çünkü okul şartları hiperaktif bir çocuğun adapte olması için oldukça zordur. Bu durumlarda çocuğunuzun sıkıntılar yaşadığını gözlemliyorsanız ve çocuğunuzda dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olduğunu düşünüyorsanız bir uzmanla iletişim haline geçmeniz tavsiye edilir.

 

 

 

Çocuklarda Öfke Problemleri

Öfke tüm bireylerin sıklıkla hissettiği dört temel duygudan biridir. Öfke uygun olarak ifade edildiği takdirde son derece sağlıklı ve bireyi koruyan bir duygudur. Eğer kontrollü olarak sergilenmezse kişinin kendisine ve etrafına zarar veren bir duygu olduğuna çoğumuz şahit olmuşuzdur. Bunun yanında, öfke kontrol problemi çocuğun aile, okul ve sosyal yaşantısında da sorunlar yaşamasına sebep olur. Öfkelendiğinde okulda arkadaşlarına, evde ailesine veya kardeşlerine zarar veren çocuklar bir süre sonra kendilerini bulundukları ortamdan izole olmuş hissedebilirler. (Yavuzer, 2013)

 

Bu durumun üstesinden gelebilmek için ilk önce öfkenin nedenlerini anlamak gereklidir. Öfkenin nedeni fizyolojik veya psikolojik olabilir. Eğer çocuk ifade edemediği bir ağrı, şeker hastalığı, epilepsi, beyin hasarları ya da çevreye adapte olmasını zorlaştıran işitme veya görme bozukluğu yaşıyorsa bu durumlar öfke problemi ile sonuçlanabilir. Bu yüzden ilk etapta bir doktorla iletişime geçilmelidir. Eğer öfkeye zemin hazırlayacak fizyolojik bir neden yoksa psikolojik nedenler araştırılmalıdır. Öfke kontrol problemine neden olabilecek bazı faktörler şunlardır;

 

Rol Modeller: Çocuğun içinde yaşadığı aile ve çevresel faktörlere bakılması gerekir. Bilindiği gibi saldırganlık öğrenilmiş bir davranıştır. Çocuğun içinde bulunduğu çevrelerde ve model aldığı yetişkinlerin kendi öfkesini ifade ediş biçimini ve öfkelendiren durumlarla baş etme şeklini değerlendirmesi gerekir. Çünkü çocuk da bir zorlukla karşılaştığında baş etme yöntemi olarak model aldığı yetişkinlerin yöntemlerini örnek alacaktır.

 

Çocuğun Takip Ettiği İçerikler: Çocukların rol model aldığı kişiler sadece aile bireyleri, öğretmenleri ve çevredekilerle sınırlı kalmıyor. Modern çağa ayak uyduran çocuklar günün büyük bir kısmını televizyon, bilgisayar veya tablet başında geçiriyor. İzlediği dizilerdeki ya da oynadığı oyunlardaki kahramanlar da çocuklara örnek oluşturuyorlar. Bu yüzden şiddet içerikli diziler, çizgi filmler, oyunlar çocukların öfkeyle baş etmesinde model olarak karşımıza çıkabiliyor. Bu sebeple, çocukların izledikleri diziler ve oynadıkları oyunlar da ebeveynleri tarafında takibe alınmalıdır.

 

Ailenin Etkileri: Bu duruma benzer olarak, sınırların belli olmadığı ailelerde çocuk dünyayı kendi isteklerinin yerine getirildiği bir yer olarak algılayabilir. Bu durumlarda isteklerinin olmaması, farklı bir deneyimdir. Çocuk bu durumla baş etmekte zorlanabilir, teselli edilemeyen ağlama noktalarına gelip kendine ve etrafına fiziksel olarak zarar verebilir.

 

Yaş Dönemi: Çocuk, 2 yaşından itibaren yürümeye ve konuşmaya başlar. Dünya üzerinde hâkimiyeti arttıkça kendini dünyanın merkezinde hisseder. Artık dünyayı keşfetmeye hazırdır. Bu yüzden “hayır” cevabını duymak engellendiğini hissettirebilir. Engellendiğini hisseden çocuk öfkelenir.

 

Öfkeyi uygun bir şekilde ifade etme yöntemine “öfke kontrolü” denir. Öfke kontrolü yapabilmek demek, saldırganlıktan uzak, şiddet içermeyen, çocuğun kendisine ya da çevresine zarar vermediği bir tutum içinde öfkesini yönetebilmesi ve duyguyu ifade edebilmesidir. Öfke kontrolü öğrenilebilir bir davranıştır. Çocuğun günlük hayatında uygun olan bilişsel ve duygusal müdahaleler yapılarak, öfke kontrolü yapabilmesi hedeflenmektedir. (Yavuzer,2013)

 

 

 

 

Çocuklarda Alt Islatma

 

Alt Islatma Nedir?

Alt ıslatma, idrar kontrolünün beklendiği 4 veya 5 yaşından sonra, çocuğun gece ya da gündüz, ardışık 3 ay boyunca haftada en az 2 kez idrar kaçırması olarak tanımlanır. Bu durum çocuğun kendine güvenini kaybetmesine, anne-baba-çocuk arasındaki ilişkinin bozulmasına ve çocuğun arkadaş ilişkilerine zayıflamasına neden olabilir.

 

Alt Islatma Eğitimi Ne Zaman Verilmelidir?

Çocuklar genellikle 18-24 aylar arasında tuvalet eğitimi almaya hazırdır. Gelişimi normal olan çocukların bir çoğu 2-3 yaş döneminde tuvalet gereksinimini haber verir, ancak bu yaşlarda kasları üzerinde henüz tam bir kontrol sağlayamadıkları için zaman zaman altlarını ıslatabilirler. Çocuklarda genellikle gündüz kontrolü 2- 3 yaş dolaylarında, gece kontrolü ise 3.5 – 4 yaşları arasında kazanılır. Bu nedenle 4 yaşına kadar olan alt ıslatma davranışı normal kabul edilebilir. (Özgür, 2008)

 

Alt Islatmanın Nedenleri?

Kalıtım, mesane problemleri, uyku problemleri, kardeş kıskançlığı, travmalar, duygusal zorlanmalar, yanlış eğitim, ruhsal çatışmalar, okul problemleri gibi durumlar nedeniyle alt ıslatma gündeme gelebilir ve çocuğun ve ailesinin yaşamını olumsuz yönde etkileyebilir.

 

Neler Yapabiliriz?

İlk olarak sorunun kaynağını saptamak amacıyla bu duruma yol açabilecek çeşitli etkenler araştırılmalı, varsa ortadan kaldırmak üzerine organik yada psikolojik tedavi yoluna gidilmelidir. Bu amaçla alt ıslatma tedavisinde organik nedenlerin araştırılması, uyku ağırlığının giderilmesi, ruhsal çatışmaların önlenmesi ilk hedeftir. (Yavuzer, 2012)Fizyolojik bir neden olup olmadığını tespit etmek için doktor muayenesi

Çocuğun gece yatmadan önce sıvı tüketiminin kısıtlanması

Geceleri belirli aralıklarla çocuğu uyandırmak

Gün boyu sıvı alımının takip edilmesi

 

Hangi Durumlarda Destek Almalıyız?          Yatağa ve giysilere yineleyen bir biçimde idrar kaçırma varsa (istemli ya da istem dışı)

En az ardışık 3 ay, haftada iki kez ortaya çıkıyorsa ve klinik açıdan bir sıkıntı ya da toplumsal, okulda ya da önemli diğer işlevsellik alanlarında bozulma varsa,

Yaşı en az 4 yaş ise,

Bu davranış bir maddenin ya da genel tıbbi bir durumun fizyolojik etkilerine bağlı değilse,

Çocuğun fiziksel, sosyal, dil ve zeka gelişimi normalse,

Tuvalet eğitimi aldığı halde, aralıklarla olsa da gece veya gündüz altını ıslatma davranışı varsa alt ıslatma davranışı psikolojik bir soruna işaret ediyor olabilir.

Bu durumda mutlaka bir uzmana başvurulması gerekir.

 

 

 

Çocuklarda Uyku Problemleri

 

Çocuk için uyku, güvendiği bildiği kişilerden ve ortamdan uzaklaşıp, belirsiz olan bir duruma tek başına geçiş halidir. Bir başka deyişle anne babaya yakın olmak isteyen çocuğu anne-babadan ayıran bir süreçtir. 2-3 yaş döneminde çocukların günlük 11-12 saat uykuya ihtiyacı vardır. (Ünsaldı & Artukmaç, 2014) Çocukluk çağında yaşanan korkular aslında bilişsel, duygusal olarak yaşanan gelişimin doğal bir sonucudur. Bilişsel olarak somut düşünmeye eğilimli olan çocuk açıklayamadığı ya da tanımlayamadığı görüntü veya sesler nedeniyle korku duyar. Gün içinde tanımlayamadığı durumları gece uyku öncesinde veya sırasında tekrar somutlaştırıp gece korkuları yaşar. Özellikle 2-6 yaş arası çocukların korku problemlerinin ortaya çıktığı yaş dönemleridir. Çocukların korkuları yaş dönemlerine göre şekillenir. (Yavuzer,2013) Yaş dönemine göre korkular aşağıdaki gibidir:

3-4 yaş korkuları; hayvanlar, canavarlar, cadılar, zombiler, gölgeler veya korkunç insanlar

5-6 yaş korkuları; ölmek, anne babanın ölmesi, anne babanın çocuğu terk etmesi, evin yolunu bulamamak, kaybolmak, kazalar, hayaletler

 

 

Özellikle 5 yaş öncesi dönemde çocuklar rüya ve gerçeği ayırt edemez, rüyada gördüğü nesneyi ya da durumu gerçek olarak algılar.  Bu nedenle de rüyalar dolayısıyla da rüyayı getiren uykular oldukça korkutucudur. Eğer çocuk rüyasında canavar gördüyse, sizin canavarların olmadığını söylemeniz çocuk için anlamlı değildir, çünkü o az önce canavarı görmüştür. (Ünsaldı & Artukmaç, 2014.)

 

Öneriler:

Çocuğunuzun uyku problemi yaşaması sizi kaygılandırıyor olabilir. Bu konudaki endişenizi ve huzursuzluğunuzu onunla paylaşmayın. Korkan çocuğa sürekli korkup korkmadığını sormak, bu konuyla ilgili uzun konuşmalar yapmak ya da korkusu nedeniyle sizin yanınızda yatmasına izin vermek onun üzerindeki ilgiyi arttıracaktır. Dolaylı yoldan istenmeyen davranışı pekiştirmiş olacaksınız. Bunun tam tersi olarak “korkacak ne var ki” gibi tutumlar sergilediğinizde de çocuk kendini anlaşılmamış hissedecek, çaresizlik yaşayacaktır. (Yavuzer, 2013)

Çocuğunuzun uykuya geçebilmesi için uyku öncesi ritüelleri oluşturmak iyi gelecektir. Evdekilere uyumadan önce süt içmek, iyi geceler dilemek, pijamalarını giymek, birlikte kitap okumak gibi yöntemler onu uykuya hazırlayacaktır. Uykuya alıştıktan sonra bu ritüelleri yavaş yavaş azaltabilirsiniz.

Çocuğunuzun rahat uykuya geçebilmesi için uyumaya elverişli ortamlar hazırlamak önemlidir. Bunun için sakin bir oda, az ışıklı bir ortam ideal olacaktır.

Çocuğunuzun korktuğu durumun ya da nesnenin resmini çizmesi ya da hamur veya kille onu dışsallaştırması korkusuyla baş etmesini kolaylaştıracaktır.

Öğle uykusu saati akşam uyku vaktine yakın olmamalıdır.

Bu yöntemleri deneyip çocuğunuzun uyku problemi konusunda ilerleme kaydedemediğinizi düşünüyorsanız bir uzmandan destek almanız yararlı olur.

 

 

 

Çocuklarda Kardeş Kıskançlığı

 

Mutlu bir evliliğiniz var, bir de dünyalar tatlısı çocuğunuz… Bütün bu hayatınızı etkileyen değişimlere yeni yeni alışmaya başlamışken, etrafınız “Kardeş lazım bir tane.”,” İki kardeş olsunlar, ileride birbirlerine de destek olurlar.” demeye başladı bile... Hele bir de çocuğunuz “herkesin kardeşi var, benim neden yok?” demeye başladıysa…  Düşündünüz taşındınız… Uykusuz gecelere geri dönmeye hazırsınız, yeni masraflarla da baş edebilirsiniz. Karar verdiniz ve yeni çocuğunuzu kucağınıza aldınız… Peki şimdi herkesin hayalleri gerçekleştiğine göre neden işler yolunda gitmiyor? Büyük çocuğunuz bu kadar çok kardeş isterken şimdi neden “Geri götürün bunu!” diye ağlıyor? Şimdi ne yapacaksınız? (Yavuzer, 2013)

 

Şunu unutmamak gerekir ki, çocuklar kardeş isterken aslında kendisine oyun arkadaşı istiyordur. Eve gelen bebeğin onunla birlikte oyun oynamadığı gibi bir de anne- babasının bütün ilgisini çekmesi, dolayısıyla anne-babanın kendisiyle daha az ilgilenmesi tam bir hayal kırıklığı olabilir. İşler hiç de beklediği gibi gitmiyordur büyük çocuğun…  Zamanla birbirleriyle rekabet içine girerler, ödül ise anne-babanın ilgisi ve sevgisidir.

 

Şimdi bir de büyük çocuğun açısından bakalım. Evet, kardeş istemiştir ve anne artık hamiledir. İlk başlarda her şey yolunda giderken, annenin yükü artmıştır. Artık çok fazla hareket edemiyordur, yorgun hissediyordur kendini. Olan enerjisini de yeni gelecek aile bireyine alışveriş yaparak, odasını düzenleyerek geçiyordur. Artık kendiyle uzun uzun oyunlar oynamıyordur. Şimdiden kıskançlık başlamıştır bile… Eve bebek geldiğinde, herkes bebeği görmeye geliyordur, ona hediyeler getiriyordur. Anne-baba bütün enerjisini bebeğe harcıyor, artık kendisiyle eskisi gibi ilgilenmiyordur. Eskiden uyumadan önce okunan hikâye fasılları, birlikte oynanan oyunlar bitmiştir. Hatta bebekle rahat rahat ilgilenebilmek için büyük çocuk bir kreşe yazdırılmıştır bile…

 

Ne Yapar?

Çocuğun kıskançlığı normal bir durumdur. Kıskanan çocuk farklı şekillerde tepkiler verebilir.  Bazı çocuk içine kapanıp sessizleşirken, bazıları eskisinden daha öfkeli olup eşyalara, çevredeki insanlara hatta küçük kardeşine zarar verip hıncını çıkarmaya çalışabilir. Bunun yanında, ben de hala küçüğüm mesajı vermek için gelişim döneminde gerileme yaşayabilir. “Bana da annem yemek yedirsin.”, “Benim de altımı bağlayın.” gibi daha önceden yaptığı şeyleri artık yapmayı reddedebilir. Evden ayrılmayı veya okula gitmeyi istemeyebilir.

 

Ne Yapılmalı?

Büyük olan çocuğun kıskanma duygusunu hissetmesi için yaşadığı en büyük neden statü kaybıdır.  Annenin doğumdan sonra, bebeğe daha çok zaman ayırması gerekecektir. Bu yüzden hamilelik döneminden başlayarak çocuğu sürece alıştırmak en doğrusudur. Mesela, anne her gece uyumadan Ali’ye hikaye okuyorsa, hamilelik döneminde bu görevi baba üstlenmeye başlayabilir. Böylece, bebek doğduktan sonra Ali, ona her gece kitap okuyan annesini kaybettiğini dolayısıyla statü kaybettiğini hissetmeyecektir. Bunun yanı sıra yapılan en önemli hatalardan biri büyük çocuğun kardeşini kıskanmaması için söylenen yalanlardır. Örneğin bazı anne babalar büyük çocuk kıskanmasın diye küçük kardeşi onun yanında sevmemeye özen gösterirler. Ya da “Çok yaramaz, zaten beni de hep yoruyor, sen birtanesin.” şeklinde cümleler kurarlar. Unutmayalım ki, anne-baba ailenin yeni üyesini sevdiklerini göstermezlerse, çocuğun da onu sevmesini beklememelidirler. Ayrıca, çocuğa kıskanmasın diye gösterilen aşırı sevgi ve ilgi yolunda gitmeyen bir şeyler olduğu hissini yaşatacaktır.

 

Siz ne kadar dikkat etseniz de yakın çevrenin etkisi büyük. Gelen yakın misafirlerin “Sen büyüdün artık, bak pabucun dama atıldı.” gibi cümleler söylemesine engel olun. Büyük çocuğunuzun sorumluluk alması, bebeğe gelen hediye paketlerini açması veya kardeşinin odasını gelen misafirlere gezdirmesi gibi sorumluluklar alması rekabet duygusunu azaltıp, sorumluluk almasını sağlayabilir. Fakat eğer çocuk sorumluluk almaya hazır değilse bu konuda ona izin verilmeli ve anlayış gösterilmedir. Çocuğun kıskançlık duygularını ifade etmesine izin verilmelidir. Kendini ifade ettiğinde kınama ve ayıplanmayla karşılaşan çocuk kendini kötü ve suçlu hisseder. Bu kıskançlık duygusunu geçirmediği gibi düşmanca tavrın artmasına neden olabilir. (Yavuzer, 2013)

 

Büyük çocuğunuzun sakin ve dinlemeye açık olduğu zamanlarda küçük çocuğun kişisel ihtiyaçlarını göremediğini bu yüzden daha fazla zamana ihtiyacı olduğunu ve ona yardım etmeniz gerektiğini anlatabilirsiniz. Bunun yanı sıra çocukların özel alana ihtiyacı vardır. Çocuğunuzun yalnız kalıp dinlenebilmesine izin vermeli, oyuncaklarının ve eşyalarının güvende olmasını sağlayabilirsiniz. Küçük kardeş abisinin veya ablasının eşyalarıyla ancak o izin verdiği zaman oynayabileceğini bilmelidir.

 

Çocuklara adaletli davranmak için birine aldığınız şeyin muadilini diğer çocuğa da almaya çalışmayın. Unutmayın ki herkesin ihtiyaçları farklıdır. Adaletli davranmak için yapılan gereksiz çabalar çocuğun şüpheye düşmesine neden olacaktır.

 

Bebekle İlgili Hangi İşlerde Yardım İstenebilir?

Çocukların en hoşuna giden isim seçmeye yardımcı olmaktır. Bu sahiplenme hissini arttırır. Bunun dışında biberonunu soğutmak, bebek odasını düzenlemek, kıyafetlerini seçmek gibi aktivitelerde ondan yardım isteyebilirsiniz. Eğer bu konuda gönülsüzse zorlamayın. Çocuğun çok sevdiği bir kıyafeti bu sana artık olmuyor diye kardeşine vermek gibi davranışlar da çocuğun kıskanma duygusunun artmasına neden olabilir.

 

Ya Kavga Ederlerse?

Anne baba hiçbir zaman çocukların kavgalarının arasında hakem görevi görmemelidir. “Kavgayı kim başlattı bakalım?” sorusu hiçbir işe yaramayacağı gibi çocukların birbirini suçlamasına neden olacaktır. Çocuklar kavgayı kim başlatırsa başlatasın bu durumdan birlikte sorumlu olduğunu bilmelidir. Büyük çocuğa yaklaşımınız “Sen büyüksün kardeşini idare et.” şeklinde olmamalıdır. Bu aralarında kıskançlığa neden olacaktır.  Sakinleşmeleri için onları ayrı odalara alabilirsiniz, birbirlerine zarar vermedikleri sürece tartışmalarında bir sakınca yoktur. Kavga eden çocukları birbirinden uzak tutma yoluna gitmektense onların birlikte eğlenebileceği ortak zamanlar yaratılmalıdır.

 

Ailenize artık yeni bir yaşam katıldı, bunun heyecan verici ve eşsiz bir duygu olduğunu unutmayalım. Çocuklarınızı anlayıp, ihtiyaçlarını göz ardı etmedikten sonra size işin tadını çıkarmak kalıyor.

 

 

 

Boşanma Sürecinde Çocuk Terapileri

 

 

Boşanma sürecini yaşayan ebeveynlerin en sıklıkla endişe duydukları konu tartışmasız çocuklarının bu süreçten nasıl etkilenecekleri oluyor. Bu bağlamda sağlıksız giden evliliğe devam etmekle, evliliğe sona erdirmek arasında gel git yaşarlar. Çocuklarının zarar görmesi endişesi bu karar aşamasını zorlaştıran en önemli nedenlerden biri olarak karşımıza çıkar. Çocuğun bu süreçte etkilenmemesini beklemek gerçekçi bir hedef olmasa da olumsuz etkileri en aza indirmek ebeveynin elinde. Boşanma sürecinde, çocuğunuza yardımcı olmak için dikkat etmeniz gerekenler; (Semerci, 2014)Boşanma kararınızı çocuklarınıza birlikte açıklayın.

Eşinizle evlerinizi ayırdıktan sonra çocuğunuzun bu sürece alışabilmesi için ona zaman tanımalı ve sabırlı olmalısınız. Bu süreç içinde zorlanabilir, anneyi veya babayı özleyebilir, sizleri yeniden bir araya getirebilmek için planlar yapmaya başlayabilir. Bu durumları sürecin bir parçası olarak görüp, kendi içinizde ve eski eşinizle aranızda tutarlı olmanız çok önemlidir.

Bu dönem sizler için de duygusal anlamda zor bir dönem olabilir. Duygularınızı kontrol altında tutarak çocuklarınızdan gelen soruları yanıtlamanız onların kendilerini çaresiz ya da anlaşılmamış hissetmesine engel olacaktır. Onların karşısında gözyaşları içinde olmanız kendilerini çaresiz hissetmelerine neden olurken, kendilerini üzgün hissettikleri bu süreçte sizlerin çok mutlu olduğunu gözlemlemesi de aynı şekilde anlaşılmamış hissetmelerine neden olacaktır.

Boşanma süreci çocuğunuzun yoğun bir belirsizlik duygusu yaşadığı bir dönemdir. Özellikle bu dönemde hayatını olabildiği kadar net tutabilmeniz onun kendini güvende hissetmesini sağlayacaktır. Bu yüzden, diğer ebeveynle görüşme saatinin değişmesi, ertelenmesi ya da iptal edilmesi gibi durumlar özellikle bu geçiş aşamasında onları kaygılandırabilir. (Yavuzer, 2013)

Eski eşinizle ayrılma gerekçeniz ne olursa olsun bu sizin anne-baba olduğunuz ve hala bir ortaklığınız olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu yüzden birbirinize karşı olan duygularınızı bir yana bırakıp, diğer ebeveyn hakkında olumsuz konuşmalar yapmaktan ya da çocuğunuzu eski eşinizle sizin aranızda seçim yapması gereken durumlardan koruyun. Çocuğunuzun birbirinizi suçlamadığınızı görmeye ihtiyacı var.

Onların diğer ebeveynle sevgi dolu bir ilişki içinde olmasını destekleyin.

Eski eşinizle, çocuğunuz hakkında karar verilmesi gereken konuları (masraflar, görüşmeler, yeni kararlar..)  çocuklarınızın önünde tartışmayın.

Diğer ebeveyn hakkında bilgi almak için çocuklarınızı zorlamayın.

Boşandıktan sonra yeni yeni ilişkiler kurmanız son derece normaldir. Yeni bir ilişki içinde olduğunuz kişinin çocuğunuza karşı olan tutumu sizin için çok önemli bir kıstas olsa bile bunu denemek için çocuğunuzla tanıştırmayın. Unutmayın ki çocuklar çok hızlı bağ kurarlar, ilişkiniz sağlam temellere oturmadan çocuğunuzla tanıştırmanız ilişkinizin sona ermesi durumunda çocuğunuza tekrar tekrar kayıp duygusu yaşatacaktır. (Semerci, 2014)

 

Boşanmanın Çocuğa Etkileri:

0-2 Yaş Dönemi

  • Ağlama nöbetleri
  • Uyku veya yeme problemleri
  • Ebeveynden ayrılmak istememe

3-6 Yaş Dönemi

  • Kendini suçlama, boşanmadan kendini sorumlu tutma
  • Öfkeli davranışlar
  • Ebeveyne yapışma, ayrılmak istememe
  • Ağlama nöbetleri

7-12 Yaş Dönemi

  • Okul başarısında düşme
  • Okulda ve evde davranış problemleri (saldırgan davranma, kavga etme vs..)
  • İçe kapanma
  • Öfkeli davranışlar

13-18 Yaş Dönemi

  • Okul sorunları
  • Okula gitmek istememe
  • Öfkeli davranışlar
  • Ağlama nöbetleri
  • Alınganlık

Eğer denediğiniz bütün yöntemlere rağmen çocuğunuzun bu süreçten etkilendiğini ve baş etmekte zorlandığını gözlemliyorsanız bir uzmandan destek almak sizin ve çocuğunuzun sürece uyum sağlamasına yardımcı olacaktır.

 

Sınav Kaygısı

Sınav kaygısı, bireye değerlendirildiğini hissettiren, süreçteki başarıdan çok sonuçtaki başarıya odaklanmaya neden olan, genel olarak edinilmiş bilginin sınav sırasında etkili bir şekilde kullanılmasını engelleyen bir kaygı türüdür. Kaygının işlevsel olduğu bir nokta vardır ki o da hazırlık yapılan duruma karşı daha çok motive olmayı sağlamak, kişiyi korumak, dikkati uyanık tutmak ve kaygı duyulan hedefe karşı performansı arttırmak gibi yapıcı işlevlere sahipken, yoğun şekilde deneyimlenen kaygı; kişiye kontrolünü kaybettiği hissi yaşattığı için rahatsız edici, motivasyon kırıcı ve yıkıcıdır. Bu kaygı türünün ayırt edici özelliği performans üzerinde olumsuz etki yaratmasıdır. (Özer, 2013)

 

Sınav Kaygısının Nedenleri:

Sınav kaygısı kişinin kendisinden veya çevresinden kaynaklanan birçok nedenden ortaya çıkabilir. Ailenin ve kişinin sınava yüklediği anlamlar, çevrenin başarıya veya başarısızlığa karşı tutumu sınav kaygısı geliştirme konusunda etkili olacaktır. Bunlara ek olarak aynı koşullara sahip iki kişiden birinin sınav kaygısı geliştirip diğerinin geliştirmemesi de bireysel özelliklerle açıklanabilir. Kaygıya olan biyolojik yatkınlık ya da esneklik, çözüm odaklı düşünebilme becerisi kaygı düzeyini etkileyebilir.

 

Sınav kaygısının en sıklıkla gözlemlenen nedeni kişinin sınava yeteri kadar hazırlanmamış olmasıdır. Gün geçtikçe yaklaşan sınav tarihi ve biriken konular karşısında kişinin çaresizlik hissi yaşadığı gözlemlenir. Çözüm odaklı yaklaşabilen veya panik hissini kontrol edebilen bir kişi için çözüm yöntemi çok açıkken kaygılı bir birey için durum içinden çıkılamaz bir hale gelebilir. Bu noktada etkili çözüm stratejileri ve çalışma programları üreterek kişi içinde bulunduğu durumdan çıkıp, sınav zamanına kadar bilgi birikimini arttırması için desteklenir.  (Yavuzer, 2013)

 

Ailenin ve kişinin sınava yüklediği anlamlar da sınav kaygısı üzerinde büyük rol oynar. Sınav aslında kişinin sınandığı duruma karşı bilgi birikimini değerlendirmesidir. Fakat birey sınavda elde edeceği başarıyı ailenin bugüne kadar olan emeklerine karşılık bir hediye, kendini ispat etme yöntemi, ailesine layık bir evlat olduğunu kanıtlamak için bir vesile olarak görüyorsa birey, üzerindeki ağır sorumluluk nedeniyle yoğun kaygı yaşayabilir. Unutulmamalıdır ki sınav kişilik testi değil, bilgi birikiminin ölçüldüğü bir testtir.

 

Sınav Kaygısının Belirtileri:

 

Fizyolojik Belirtiler: terleme, üşüme, titreme, bulantı, mide kasılması, karın ağrısı, baş ağrısı, baş dönmesi, bayılacak gibi olma hissi, uyuşma, karıncalanma, idrara sıkışma hissi, uyumakta zorlanma gibi belirtiler sınav kaygısının işaretleri olabilir.

 

Duygusal Belirtiler: En yaygın gözlemlenen duygusal belirtiler korku ve panik hali, sürekli ağlama, gerginlik, sinirli biri haline gelme, çaresizlik ve genel bir huzursuzluk halidir.

 

Davranışsal Belirtiler: Sınavlardan veya çalışmaktan kaçınma, sosyal aktivitelere zaman yoğunlaşarak derslere zaman ayırmama veya sosyal olarak geri çekilme, sınav sırasında konsantrasyon güçlüğü, uykusuzluk, iştahta azalma ya da artma, yakın çevreye karşı tahammülsüzlük, aileden uzaklaşma gibi davranışsal değişiklikler sınav kaygısı kaynaklı olabilir. (Yavuzer, 2013)

 

Bu belirtileri çocuğunuzda gözlemliyor olmanız kadar bu belirtilerin yoğunluğunu, sıklığını da takip ediyor olmanız önemlidir. Eğer çocuğunuzda yoğun olarak kaygı gözlemliyorsanız ve bu kaygının çocuğunuzun sınav sürecine zarar verdiğini düşünüyorsanız bir uzmandan yardım almanız faydalı olacaktır.

 

Neler Yapılmalı?

Ebeveyn olarak sizin ve çocuğunuzun sınava yüklediği anlamı yeniden gözden geçirmeniz önemli bir ilk adım olabilir. Unutmayın ki sınav çocuğunuzun bilgi birikimini belirliyor, ne kadar iyi ya da kötü bir evlat olduğunu değil.

Okulun rehberlik servisi ile ailenin iş birliği içinde olması çocuğunuzun sınava hazırlanmasında etkili bir yöntem olacaktır. Gerçekçi hedefler belirleyip, hedefe uygun çalışma planları geliştirmek için rehberlik servisinin desteğini almak faydalı olacaktır.

Sınav dönemi boyunca yaşanan yoğun kaygı çocuğunuzun olumsuz düşüncelere odaklanmasına neden olabilir. Henüz var olmayan sınav sonucu hakkında olumsuz düşüncelere odaklanmak yerine durumun kontrol altında olduğuna odaklanmak daha yararlı olacaktır.

Yaşanan fiziksel belirtilerle baş etmek için gevşeme ve nefes egzersizleri gibi yöntemler kullanmak sınav kaygısıyla baş etmede yardımcı olabilir.

Bu yöntemleri deneyip çocuğunuzun sınav kaygısı konusunda ilerleme kaydedemediğinizi düşünüyorsanız bir uzmandan destek almanız yararlı olur.

 

Çocuklarda Yeme Problemleri

Anne babalar genellikle çocuklarının hiç yemek yemediğinden ya da yeteri kadar yemediğinden yakınırlar. Çocuğun yemek masasında oturmak istememesi, yemeğiyle oyun oynaması, televizyon karşısında yemek yemesi, önündekilerin hepsini bitirmemesi ebeveynleri en çok kaygılandıran konulardan biridir. Bu durumun çeşitli sebepleri olabilir. Çocuğunuzun gelişim döneminin özelliklerini iyi bilmek önemlidir. Özellikle okul öncesi dönemde çocuğunuz henüz oyun dönemindedir. Bu yüzden, yemek masasında uzun süre oturmak, sıkılmasına veya önündekileri bitirmeden masadan kalkamayacak olmak çocuğun yemeği oyun malzemesi haline getirmesine neden olabilir. Ayrıca, bu dönemdeki çocukların tat algıları sürekli olarak değişebilir. Hiç sevmediği bir yiyeceği çok kısa bir zaman sonra sevebilir, bu durum sizi şaşırtacak derecede değişkenlik gösterebilir. Bu yüzden sevmediği bir yiyeceği yememesinde bir sakınca yoktur. (Yavuzer, 2013)

Bu durumları deneyimleyen ebeveynler kaygı duyabilir, çocuklarını yeme davranışlarıyla ilgili cezalandırabilir ya da yemek yemekle ilgili özendirici vaatlerde bulunabilirler. Bu yöntemler çocuğunuzun yemek alışkanlığını negatif olarak etkileyebilir. Çocuğununuz yeme davranışını desteklemek için bazı öneriler aşağıdaki gibidir;

  • Yemekler sabah öğle akşam olarak üç ana öğünden oluşsun. Özellikle, yemeklerin aynı saatlerde yenilmesine dikkat edin.
  • Yemek için belirli bir zaman dilimi ayırın. Bunun için yaklaşık 30 dakika ideal olacaktır. Bu sürenin sonunda yemeğin kaldırılacağını çocuğunuza belirtin.
  • Çocuğa yemeği uygun porsiyonlar halinde verin. Çocuklara yemeğin yetişkinlere uygun miktarda verilmesi, hem çocukların yemek sırasında sıkılmasına, hem de yiyebileceği miktardan daha az yemesine neden olabilir. Okul öncesi dönemdeki çocuklar için uygun miktar yaklaşık olarak yetişkinlerin dörtte biri kadardır. Eğer çocuğunuz tabağına yaş dönemine uygun olan porsiyonu bitirmişse tekrar isteyip istemediğini sorabilirsiniz.
  • Çocuğunuz eğer yemekte bir şey yemezse endişelenmeyin. Bir sonraki yemekte veya ara öğünde acıkmış olacağı için, telafi edecektir.
  • Çocuğunuzun yemek seçimi hakkındaki özgürlükleri ve sınırları konusunda dikkatli olmalısınız. Bırakın masadaki yemeklerden hangilerini yemek istediğine kendisi karar versin.  Diğer taraftan akşam yemeğinde ne pişeceğine çocuğunuz karar vermemeli. Çoğu anne, çocuğu yemek yemeğe teşvik etmek için sadece çocuğun sevdiği yemekleri pişiriyor. Bunun yerine alternatif sunularak çocuğa yemekte ne tercih ettiği sorulabilir. Örneğin, “Akşam yemekte ıspanak mı istersin yoksa pırasa mı?” diye çocuğunuza sorabilirsiniz. Böylece yemekte hangi besin grubundan olması gerektiği sizin kontrolünüzde olacaktır. (Yavuzer, 2013)
  • Yemek konusunda çocuğunuzla pazarlık yapmayın. Örneğin “Yemeğini bitirirsen çikolata yiyebilirsin” ya da “Haydi bir kaşık daha.” gibi cümleler kullanmaktan kaçının. Araştırmalar gösteriyor ki, bu tutumlar çocukların yeme davranışı negatif etkilediği gibi, sağlıklı yiyeceklerin ceza, abur cuburların da ödül olarak algılanmasını pekiştiriyor.
  • Anne baba olarak çocuğunuza rol model olduğunuzu unutmayın. Çocuğunuz nasıl diğer davranışlarınızı örnek alıyorsa, yeme davranışınızı da örnek alacaktır.
  • Bütün bu yöntemler sonucunda sonuç alamıyorsanız bir uzmana başvurun.

 

Çocuklarda Konuşma Bozuklukları

 

Konuşma Bozukluğu Nedir?

Konuşma bozukluğu, konuşmanın akışında, ritminde, tizliğinde, vurgularında, sesbirimlerinin çıkarılışında ve anlaşılmasında bir bozukluğun olmasıdır. Konuşma bozukluğunda;

Konuşmanın anlaşılır bir şekilde sergilenememesi,

Konuşmanın duyulmasında yetersiz olması,

Sesin bozuk ve tırmalayıcı olması,

Sesin çıkarılışının, ritminin ve vurgularının bozuk olması,

Dil yönünden kelime dağarcığının yetersiz ve gramer yapısının bozuk olması,

Konuşmanın bireyin yaşına ve fiziksel yapısına uygun olmaması gibi durumlar gözlenebilir. (Özgür, 2008)

 

Konuşma bozuklukları günlük hayatta farklı biçimlerde görülebilir.  Bunlardan ilki kekemeliktir.

Kekemelik tekrarlamalar, duraklamalar, uzatmalar ve buna eşlik eden jest ve mimikler ile akıcı konuşmanın engellenmesidir (Özsoy, 1982). Kekemeliğin oluşumunda çocuğun yaşadığı duygusal problem veya ani korkular önemli rol oynayabilir. Köpekten korkma, sünnet olma korkusu, otoriteden aşırı çekinme, yalnız kalma gibi durumlar kekemeliğe neden olabilir. Bunun sonucunda ise okul başarısında düşme, sosyal ilişkilerde geri çekilme ve utangaçlık görülebilir  (Aydın, 2010).

 

Sıkça karşımıza çıkan diğer bir konuşma problemi ise, artikülasyon bozukluğudur.  Artikülasyon Bozukluğu, çocuğun yaşına ve konuşma gelişimine uygun olan ve beklenen düzgünlüğün ve ses uyumunun olmaması halidir.  Artikülasyon bozukluğu olan bireylerde görülen en sık hatalar şöyledir; bir sesin yerine başka bir ses söyleme (kar- kay), hecelerin yerlerini değiştirme (portakal-porkatal), ses düşürme (sakız-sakı, anahtar-anatar), ses ekleme (üzüm-yüzüm) ya da sesleri bozma (süt derken “s” sesini peltek söyleme) gibi durumlardır.

 

Konuşma Gecikmesi Nedir?

Gecikmiş konuşma bir çocuğun yaşıtlarıyla benzer konuşma becerilerini sağlayamaması olarak tanımlanabilir. Gecikmiş konuşma sorunu yaşayan çocuklarda konuşmada kısıtlılık, cümle kurmada güçlük ve gecikmeler görülür. Konuşma gecikmesi, çocuğun ileride konuşma bozuklukları yaşayabileceğinin göstergesi olabilir. Bu nedenle 4 yaşına gelmiş ancak hala akıcı bir şekilde konuşmayan çocuklar için gerekli tetkiklerin yapılması erken eğitime başlanması için önemlidir.

 

Konuşma Bozukluğunun Nedenleri Nelerdir?

Ailesel dil gecikmesi, Gelişimsel dil gecikmesi, Prematüre doğum, Evde aynı anda iki dil konuşulması,  İşitme kayıpları, Yarık damak-dudak gibi ağız içi problemleri, Otizm, zekâ geriliği yapan hastalıklar, Psikososyal uyaran eksikliği, Çocuğa konuşma fırsatının verilmemesi, Kaygılar ve fobiler gibi durumlar sonucunda konuşma bozuklukları gündeme gelebilir

 

Neler Yapabiliriz?

Çocuğun konuşup konuşamayacağı için bekleyip görmek zor ve sıkıntılı bir süreçtir. Sorunun erken dönemde fark edilmesi daha kolay ve hızlı bir şekilde çözülebilmesi için en önemli süreçlerden birisidir. Bu nedenle eğer çocuğunuz yalnızca basit bir konuşma gecikmesine sahipse bile bir uzmana başvurmak bu süreci daha rahat geçirmenizi sağlayacak ve çocuk için erken bir müdahale olacaktır.

 

Bu süreçte çocuğun işitmesine ve konuşmasına engel oluşturan patolojiler araştırılmalıdır. Psikolojik bir engel varlığı sorgulanmalıdır. Daha sonra yaşıyla uyumlu gelişim testi, zeka testi değerlendirmeleri yapılmalıdır. Tüm bunlar normalse konuşmada gecikmeye neden olabilecek çevresel faktörler irdelenmelidir.

 

 

 

Çocuklarda Depresyon

Genel olarak bilinenin aksine depresyon yalnızca yetişkinlik döneminde yaşanan bir problem değil çocukluk çağında da karşılaşılan problemlerden biridir. Yapılan araştırmalar ve istatistikler sonucunda, depresyon oranının çocuklarda %3, gençlerde bu oranın % 13’lere ulaştığı görülmüştür. Çocukların iletişim kurma ve kendini ifade etme becerileri biz yetişkinlerinki gibi gelişmiş olmadığından, çoğu zaman çocuğunuzun yaşadığı durumu fark etmek ebeveynlere düşer. Çocuğunuzun davranışlarını gözlemlemek, söylemlerine dikkat etmek, özellikle de kendilerine zarar vermekle ya da ölüm temasıyla ilgili ifadelerine dikkat edilmelidir. (Yalom, 2008)

Çocuğunuzun depresyonda olduğunu nasıl anlarsınız?

  • Çocuğunuzun daha önceden sakinlikle karşılayabileceği bir durumu tölere edemediğini ve sık sık öfkeli olduğunu fark ediyorsanız,
  • Çocuğunuzun konuşmalarında ve hareketlerinde durgunluk ve yavaşlama gözlemliyorsanız,
  • Okul başarısında düşüş gözlemliyorsanız,
  • Daha önceden zevk alarak yaptığı aktivitelere karşı ilgisi azaldıysa,
  • Dikkatini toplamakta zorluk çekiyorsa,
  • Yemek yeme ve uyuma alışkanlıklarında artma veya azalma gözlemliyorsanız,
  • Karar vermekte eskisinden daha çok zorluk yaşıyorsa,
  • Sürekli üzüntülü olduğunu ve geleceğe yönelik umutsuzluklar taşıdığını hissediyorsanız,
  • Çocuğunuz halsizlikten ve yorgunluktan şikâyet ediyorsa,
  • Çocuğunuzda “ben yapamam, ben beceremem” düşüncesi hâkimse,
  • Daha önceden içinde bulunmaktan keyif aldığı sosyal ortamlardan artık uzaklaşmak istiyorsa çocuğunuz depresif bir tablo sergiliyor olabilir.

Çocukluk döneminde depresyon yaşanmasının en sık karşılaşılan nedenlerine bakıldığında, başta stres faktörlerinin yer aldığı görülmektedir. Çocuğun sevdiği ve bağlandığı kişiden sık sık ve uzun süreler için ayrı kalması en zor başa çıkabildiği durumlardan biridir. Benzer olarak çocuğun anne ya da baba gibi büyük bir kayıp yaşaması depresyona yol açabilir. Çocuklar kendilerini suçlu hissetmeye meyilli olduğundan aile içinde yaşanan stresli durumlardan kendilerini sorumlu tutabilirler. (Yavuzer, 2013) Örneğin babanın evi terk etmesini çocuk kendi yaramazlığının bir sonucu olarak görüp problemle baş etmekte zorluk yaşayabilir.  Bu gibi durumlarda ailelerinin çocuklarına anlayışlı yaklaşmaları, çocuğu yalnız bırakmamaları ve vakit geçirmeden bir uzmandan destek almaları uygun olacaktır.

 

 

 

 

 

 

 

 

Okul Olgunluğu

 

OKUL OLGUNLUĞU ve OKULA UYUM

Son düzenlemelerden sonra yasal olarak ilkokula başlama yaşı kaçtır?

Eğitim öğretim yılının başlayacağı eylül ayı itibariyle 72 aylık olan çocukların okul olgunluğuna erişmiş olmaları beklenmektedir. Ayrıca eylül ayı itibariyle 66 aydan büyük çocuklar için 1. Sınıfa başlamak zorunludur. Bu yaşlarda olup okul öncesi eğitimini uzatmak istediğiniz çocuklarınız için okul müdürlüğünden bilgi alabilirsiniz.

 

Okul olgunluğu nedir?

Okul olgunluğu terimi ise verilen bu kronolojik yaşların ötesinde çocuğun bilgi ve becerileri doğrultusunda okula başlamaya hazır olup olmaması ile ilişkilidir.

 

Çocuğum 1. sınıfa başlamaya hazır mı?

Çocuğunuzun Eylül ayında 1. Sınıf için hazır olup olmayacağına dair bir şüpheniz varsa bu konuda başta çocuğunuzun okul öncesi öğretmeni olmak üzere bir uzmana danışarak okul başlangıcına kadar evde çocuğunuzu hangi konularda nasıl destekleyebileceğinize dair detaylı bilgi alabilirsiniz. Ayrıca Nisan – Mayıs ayları itibariyle çocuklara okul olgunluğu testi uygulamak uygun olacaktır. Test sonucuna göre okula başlayıp başlamamaya karar verilebilir ve test geri bildirimi doğrultusunda geliştirilmesi gereken alanlara yönelik yapılacak çalışmalar ile gelişim sağlamak mümkündür.

 

Anasınıfı mı yoksa 1. sınıf mı?

Test sonucunda geliştirilmesi gereken alanların çok fazla olması durumunda eğer çocuğunuz zorunlu yaştan daha küçük ise okul öncesi eğitime devam edip bir sene sonra ilkokula hazır bir şekilde başlamasını göz önünde bulundurulmalıdır. Tüm akademik yaşamın temeli olan okuma yazma becerisinin 1. sınıfta kazanılması esas olduğu için, zamanında okuma yazmayı tam olarak öğrenememiş öğrencilerin daha üst sınıflarda başarısız olma ihtimalleri artmaktadır bu nedenle ilkokula hazır başlamak tüm yaşam kalitesi için önemlidir.

 

Okul olgunluğu kapsamında sahip olunması gereken bilgi ve beceriler nelerdir? Bu bilgi ve becerileri geliştirmek için neler yapılabilir?

Gerekli bilgi ve becerilerden bazıları şu şekildedir:

Öz bakım: İlkokula başlayacak bir çocuk kendi başına yemek yiyebilmeli, tuvalet temizliğini yapabilmeli, yardımsız giyinebilmelidir.

Geliştirmek için: Bu işleri çocuğunuz adına yapmayı bırakabilir, kendi yapması için destekleyip cesaretlendirebilirsiniz.

Motor beceriler: İlkokula başlayacak bir çocuk vücudunu serbestçe istediği gibi kullanabilmeli (kaba motor), iki parmağı ile kıskaç hareketini gerektiren işlemleri yapabilmelidir (ince motor – kalem tutma).

Geliştirmek için: Parkta, sokakta bol bol koşup oynamasına izin verin. Top oyunları, ip atlama, boncuk dizme, boyama yapma gibi oyun ve etkinlikler sunun.

Sayı bilgisi: İlkokula başlayacak bir çocuk 100’e kadar sayabilmeli ve rakamları tanıyıp yazabilmelidir.

Geliştirmek için: Rakam kartları, oyun hamurları, kinetik kum kullanarak görsel öğrenme yoluyla sayı öğrenimini destekleyebilirsiniz.

İşitsel ayrımlaştırma: Duyulan ögeler arasındaki farkları ayır edebilmek, söyleneni doğru anlayabilmektir. Özellikle yazmayı öğrenirken duyduğu sesi ayırt ederek doğru şekilde yazabilmesi için gereklidir.

Geliştirmek için: Özellikle sesli harflerle başlayan kelimelerin hangi sesle başladığını sorup aynı ses ile başlayan başka kelimeler bulma oyunları oynayabilirsiniz (Elma, e ile başlayan isimler…)

Görsel hafıza: Görülen ögelerin zihinde tutulmasıdır. Seslere ilişkin sembolleri (harf) öğrenebilmesi için gördüğü sembolü aklında tutması gerekmektedir.

Geliştirmek için: Hafıza kartları kullanın. Benzer olanları eşleme, farklı olanları bulma, bir resme bakıp gözünü kapatarak tarif etme ya da yine gözü kapalı resimle ilgili sorulara cevap verme gibi oyunlar oynayın.

İşitsel hafıza: Duyulan ögelerin zihinde tutulmasıdır. Öğretmenin istediği kitabı çantasından çıkarıp istenen sayfayı açabilmesi, deftere yazmasını istediği cümleyi aklında tutup yazabilmesi vb. için gereklidir.

Geliştirmek için: Çocuğunuza 3’lü, 4’lü ve 5’li sayı ve kelime grupları söyleyerek bunları tekrar etmesini isteyin (1-8-4; 3-1-6; 3-2-6-4-; 5-3-8-4-2; sevgi-kalem-kilit; para-havuz-gül-pilot; tarih-dolu-sayı-melek…)

 

Okul zamanı geldiğinde çocuğumun okula gitmek istemeyeceğini düşünüyorum…

Ebeveynler çocuklarının duygusal ve sosyal özelliklerini göz önünde bulundurduklarında okula gitme zamanı geldiğinde zorluk yaşayıp yaşamayacaklarını çoğunlukla önceden tahmin edebiliyorlar. Böyle şüphe yaratan bir durum söz konusu olduğunda olası nedenlere ve çözümlere yönelik bir uzman görüşüne başvurmak en doğru yol olacaktır.

 

Okula uyumu kolaylaştırmak için neler yapabiliriz?

Gideceği okulu ve sınıfı okul başlamadan önce ailecek gezin. Öğretmeni ile okulun ilk gününden önce tanıştırın.

Okul bahçesinde oyun oynaması için olanak sağlayın böylece muhtemelen o okulda okuyan ya da okuyacak olan diğer çocuklarla vakit geçirme imkanı bulmuş olur.

Komşu ziyaretleri gibi çeşitli yollarla birlikte okula başlayacağı akranlarıyla vakit geçirmesini sağlayın.

Okul ile ilgili kafasındaki soruları sorması için onu cesaretlendirin ve okul günlerinin nasıl geçeceği konusunda somut ve net yanıtlar verin.

Onun okulda olacağı saatlerde diğer aile üyelerinin neler yapacağı ile ilgili bilgi verin.

Okul çıkışında onu her zaman alacağınız konusunda güven verin. Ya da servisle eve geldiğinde evde kimin onu bekleyeceğini açıklayın.

Okulun başlamasına yakın zamanlarda saat üzerinden okulda geçireceği vakti gösterin. Böylelikle okulda geçireceği günlük süreyi algılamasını sağlayın.

Çocuğunuzu hiçbir zaman okul ya da öğretmeni ile korkutmayın. “Öğretmenine söylerim.” gibi tehditleri kullanmayın.

En önemlisi de okul başladığında okula gitme isteksizliği görseniz de okula gönderme konusunda kararlı ve tutarlı davranın.

 

 

 

 

 

 

 

Oyun Terapisi

 

Yetişkinler için bireysel terapi ne ise çocuklar için de oyun terapisi odur. Bilindiği gibi çocuklar -sözel becerileri ne kadar gelişmiş olursa olsun- duygularını ve düşüncelerini biz yetişkinler kadar iyi anlayamaz ve ifade edemezler. Çocuğun yaşadığı duyguları anlayabilmek, onların hangi duyguları yaşadıklarını keşfedebilmesini sağlayabilmek ve problem çözümüne ilişkin yollar bulabilmek için konuşmaktan daha işlevsel bir yönteme ihtiyaç vardır. Bu noktada oyun çocuğun dili, oyuncaklar da kelimeleridir. Çocuk, oyun odasında seçtiği oyuncaklarla kendini ifade etme imkânı bulur, seçtiği oyuncaklarla oynama biçimiyle ise yaşadığı duyguları ve düşünceleri deneyimleyip yaşadıkları problemlere yönelik çözüm yolları üretir. Bu bağlamda, oyun terapisi, çocukların duygu ve düşüncelerini ortaya koyabilmelerini sağlayan bir terapi yöntemidir.

Yetişkin bireyler, problem çözümlemek için önceki hayat deneyimlerini referans alarak çözüm yolları üretir fakat çocukların karşılaştıkları problemleri çözümleyebilmesi için benzer hayat deneyimleri, bilgi repertuarları yok denecek kadar azdır. Bu noktada oyun odası onlar için hayata dair deneyim kazandıkları bir tiyatro sahnesi, oynadıkları oyun yaşanan problemin kendisi, çocuğun oynama biçimi de problemlerle baş etmek için yapılan provalara benzetilebilir.

 

Neden Oyun Terapisi?

Oyun terapisinin en güzel yanlarından biri çocuğun terapilere zevkle katılmasını sağlamasıdır. Çocuk duygularını ve düşüncelerini yetişkinler kadar iyi anlayamadığı ve ifade edemediği için oyun içinde kendini ifade etme fırsatı bulur. Bu nedenle oyun terapisinin çocuk için iyileştirici etkisi vardır. Terapistin oyun odasında oluşturduğu güvenli ortamla birlikte çocuk yaşadığı bütün duyguları (korku, kaygı, üzüntü, öfke, hayal kırıklığı…) özgürce ifade edebilir.

Bu noktada oyun terapisi çocuk için;Kendini ifade etme gücüdür

Kuralları kendi yöntemleriyle öğrenmeyi sağlar

Hayal dünyası ve gerçek arasındaki köprüdür

İç dünyasının gelişmesini sağlayan bir araçtır.

Sosyalleşme aracıdır.

Uyum sağlamasına yardımcıdır.

Oyun Terapisinin Evdeki Oyundan Farkı Nedir?

Oyun çocuğun bilişsel ve motor gelişimin sağlanmasında doğal bir iyileştirici kaynaktır. Bunların yanında çocuğun duygusal çatışmalarının çözümünde de destekleyici olduğu kanıtlanmıştır. Eğitimli bir oyun terapisti çocuğun seçtiği oyuncakları, o oyuncakla oynama biçimini, tekrarlayan oyun örüntülerini gözlemleyip çocuğun duygusal çatışmaları hakkında bilgi sahibi olur. Bu noktada çocuğun sözel olarak ifade edemediği problemini çocuk oyun içinde özgürce ifade etme fırsatı bulmuş olur. Yaşadığı problemin çözümüne yönelik tekrarlayıcı oyun provaları yaparken, oyun terapisti bu süreçte çocuğa eşlik eder, güven ilişkisini sağlayarak yeni çözüm yolları araştırmasında destekleyici olur.

 

Oyun Terapisi Ne Kadar Sürer?

Oyun terapisi süreci çocuğun yaşına, yaşadığı problemin süresine ve şiddetine göre değişebilir. Genellikle çocuğun yaşadığı problemin geçmişi ne kadar kısaysa oyun terapisinin süresi de o kadar kısa olur. Bu süreç bir aydan birkaç aylık bir periyoda kadar değişebilir.  Görüşmeler haftada bir, bazı durumlarda haftada iki kez olarak düzenlenir. Oyun terapisi seansı yaklaşık olarak 50 dakika sürer.

 

Oyun Terapisinin Kullanım Alanları:            Kayıp-yas-Travma

Depresyon

İletişim Problemi

Bağlanma Sorunları

Boşanmış anne-baba

Alt ıslatma

Dikkat eksikliği

Özgüvenle ilgili problemler

Obsesif Kompulsif Bozukluk

Taciz/Cinsel istismar

Otizm

Korkular

Öğrenme Güçlüğü

Oyun Terapisinin Uygulandığı Yaş Grubu Nedir?    Oyun terapisi 3-12 yaş arasına uygulanabilir.

 

Oyun Terapisinde Ailenin Rolü:

Oyun terapisi seansları çocukla birebir çalışılan seanslardır. Ancak belli durumlarda terapist oyun terapisi seansına aileyi dahil edebilir. Ancak aile görüşmeleri terapi sürecinin en önemli etkenlerden biridir. Bu yüzden terapist anne-babayla belirli süreçlerde görüşmeler düzenler. Terapist oyun odasında gözlemlediklerini, ailenin oyun odası dışında yapabilecekleriyle ilgili önerilerini paylaşarak ailenin bu sürece destek olabilmesini sağlar. Aynı zamanda okul, yuva gibi çocuğun doğrudan içinde bulunduğu sistemlere de ulaşarak çocuğun baş etme yollarının desteklenmesini sağlar.

 

Tırnak Yeme

  Çocuklarda tırnak yeme problemi genelde bir tepki olarak ortaya çıkar ve güvensizliği simgeler. Gelişim çağında 3-4 yaşlarında sıkça rastlanan bu problem, öğrenilmiş bir davranış olabilir. Aile içindeki bireylerin özellikle, anne ve babanın tırnak yemesini çocuk model alabilir. Bu yaşlarda öğrenme, genelde modelleme (aynalama) yoluyla olur ve çocuklar gördükleri davranışları kendileri de yapmaya başlarlar. Bu öğrenmenin yanı sıra, ailedeki sıkıntılı durumlar, ebeveynler arasındaki geçimsizlik, yaşanmış travmatik, korku verici bir olay da çocukta tırnak yeme davranışının görülmesinde etkili olabilir.

Doğumdan sonraki dönemde, çocuğun anne ve babadan yeterli ilgiyi alamaması, göz ardı edilmesi ve zorlayıcı tutumdan dolayı kendisini tehdit altında hissetmesi tırnak yeme problemine yol açabilir. Çocuk, yeterli ilgi doyumunu almadığı zaman, kendi kendini yatıştırma kapasitesi gelişmez. Yani, her hangi bir tehdit edici durum ya da endişe verici bir olay ile karşılaştığı zaman ebeveynlerinin yanında olmadığını, onu korumadıklarını hissederse, dolayısıyla yatıştırılmazsa, ilerleyen yaşlarda, çocuk ev ortamı dışında bir durumla karşılaştığı zaman kendini yatıştıramaz ve güvende hissetmez. Korku ve tehdit karşısında ne yapacağını bilemediği için de, tırnak yeme alışkanlığı edinebilir. Tırnak yeme, aslında kendine bir zarar verme davranışı olarak da algılanabilir. Zorlayıcı ve baskıcı ebeveynlerle yetişmekte olan bir çocuk, öfkesini çıkaracak yer bulamayabilir ve kendine zarar vermeye başlayabilir. Bu durumun en sık karşılaşılan örneği ise tırnak yeme davranışıdır. Öfke çocuğun kendine yönelir.

Anne baba arasındaki geçimsizliğin de bu probleme yol açabildiği gözlenmiştir. Sürekli tartışmanın olduğu, şiddet uygulanan bir evde büyüyen çocuk, en güvende olması gereken ortamda, kendini korunaksız ve güvensiz hisseder. Ek olarak, ebeveynlerin aşırı koruyucu tutumları da tırnak yeme davranışının gelişmesine yol açabilir. Çocuğun deneyerek, hata yaparak, düşerek öğrenmesi ve hissetmesi gerekir. Aşırı kollayıcı anne-baba, çocuktaki bu gelişimi engellemiş olur dolayısıyla çocuk ebeveynlerinden ayrı kendisini çok güvensiz ve tehdit altında hissedebilir ve bundan dolayı bu davranışı sergileyebilir.

Tırnak yeme probleminin sebepleri genelde psikolojik sorunlardır. Dolayısıyla, ileride daha ciddi problemlere yol açmaması için bir uzmana danışılmalıdır.